İlk olarak Sosyolojik olarak ülkemizde görülen tabloyu özetleyen Doç. Dr. Metin Kılıç, “Bu süreci devlet ve toplum nezdinde çözümlemekte fayda vardır. 2019 Aralık ayında Çin’in Vuhan kentinde ortaya çıkan COVID-19 pandemisinin diğer toplumlara yayılma süreci, devletimizin kurumları tarafından yakından takip edilerek ilk vakanın ülkemizde görüldüğü 10 Mart 2020’ye kadar sağlık alanında ciddi tedbirler alınmıştır. İlk vakanın görüldüğü günden bugüne kadar geçen sürede ise ev ve iş dışında insanların serbest zaman geçirebileceği alanlar kapatılmış, kamusal düzenlemeler yapılmış, hastalığın tespiti ve tedavisi noktasında oldukça başarılı politikalar ortaya konulmuştur. Bu aşamada hastalıkla mücadele kapsamında ciddi tedbirler alınma gayreti içerisine girilmiş, halkın salgın sürecini anlayabilmesi için şeffaf açıklamalarla toplum salgın hakkında bilgilendirilmiş ve uyulması gerekenler adım adım paylaşılmıştır.” şeklinde konuştu.
Toplum nezdinde sürecin nasıl karşılandığıyla ilgili görüşleriyle açıklamalarına devam eden Doç. Dr. Kılıç, “İlk vakanın görüldüğü günden bu zamana toplumun çoğunluğunun, sürecin hassasiyetinin ve ciddiyetinin farkında olduğunu söyleyebilirim. Bunun yanında devletin kurumsal düzenlemelerine ciddi anlamda tepki gösteren sosyal kesimler de mevcut olmuştur. Örneğin toplu ibadet, cenaze törenleri, düğün, tören gibi etkinliklere ilk zamanlarda yoğun katılımlar devam etmiş, fiziksel mesafe yeterince korunmamış ve Coronavirüsle çok fazla alay edilmiştir. Burada görünmez bir düşman olan salgının yayılmasının, anlamlandırılamamasının yanında değer yargılarının, manevi kültür unsurlarının geçici süreyle bir anda değiştirilmeye çalışılması kitleler tarafından yeterince kabul edilememiştir.” ifadelerini kullandı.
“Toplum Tarafından Fiziksel Mesafe ve İzolasyonun Önemi Zihinsel Olarak İdrak Edilmişken, Davranışa Tam Anlamıyla Dönüştürülememiştir”
Ekonomik nedenlerle toplumsal yapıda sosyal sınıflar arası belirginliğin de artmasının, salgının yayılmasını etkilediğini dile getiren Öğretim Üyemiz, “Örneğin alt sınıfa mensup insanların çalışma zorunluluğuna karşı daha üst sosyal sınıflara mensup bireylerin daha fazla evde kalabilmesi ve sosyal/fiziksel mesafenin yeterince korunamamış olması süreci etkilemiştir. Kısacası devlet süreci iyi yönetmeye gayret gösterirken, toplum üstüne düşen sorumluluğu tam anlamıyla yerine getirememiştir. Toplum tarafından fiziksel mesafe ve izolasyonun önemi zihinsel olarak idrak edilmişken, davranışa tam anlamıyla dönüştürülememiştir. Geçtiğimiz hafta sonu 31 şehrimizde sokağı çıkma yasağının ilan edildiği zaman diliminden sonraki 2 saatlik süreç bunun en iyi göstergesidir. Önceki gün Alman meslektaşım A. Berder’le Skype üzerinden yaptığım görüşmede virüsü nasıl kontrol altına aldıklarını sorduğumda, devletin sıkı tedbirler uyguladığını ve toplumun bu tedbirlere harfiyen uyduğunu söyledi. Bizde toplum olarak devletin aldığı tedbirlere ciddiyetle harfiyen uyduğumuz takdirde bu salgının üstesinden gelebiliriz.” diyerek açıklamalarına devam etti.
“Aile İçi Etkileşimin Önemi Oldukça Artmıştır”
Aile içi etkileşimin COVID-19 sürecindeki öneminden de bahseden Doç. Dr. Metin Kılıç, “Bazı insanların belki de uzun zamandır özlemini çektiği, bazı insanların ise kabullenemediği bir evde kalma sürecine geçilmiştir. Salgın biyolojik bir afet olduğundan dünyada olduğu gibi ülkemizde de insanlar bu sürece hazırlıksız yakalanmıştır. Zorunlu haller dışında bahar mevsiminde evde kalmak kolay değilken, aile içi etkileşimin önemi oldukça artmıştır. Elbette burada aile içi etkileşimi tek bir parametre ya da tek bir aile tipi üzerinden çözümlemek mümkün değildir. Aile içi etkileşim; aile yapısı, ekonomik sermaye, kadın-erkek, çocuk sayısı ve yaşı, yaşanılan konut tipi, çalışıp-çalışmama gibi çok farklı sosyolojik faktörlere göre değerlendirilebilir. Örneğin ekonomik olarak bu süreçte çalışmak zorunda kalan, işsiz olan ya da ekonomik olarak çalışmak zorunda olmayan ailelerin iletişim düzeyleri farklılık gösterecektir. Bu kadar farklı değişkenin yanında insanların alışkanlıklarını ve davranışlarını sınırlandırarak zorunlu bir evde kalma süreci yaşadıklarından tahammülsüzlük de artmaktadır. Bu durumun en somut ve üzücü yansıması kuşkusuz aile içi şiddettir. Ne yazık ki medya araçları üzerinden aile içi şiddet olaylarının da arttığını görmekteyiz.” dedi.
Süreci aile bütünlüğü açısından en az seviyede olumsuzlukla atlatabilmek için de aile üyelerinin hoşgörü ve nezaket ekseninde etkileşim içerisinde olmaları gerektiğini belirten Kılıç, hoşgörü ve nezaket göstermede en önemli unsurun ise empati olduğuna dikkat çekti.
“Bu Süreci Aile Üyeleriyle Olumlu Etkileşim Sağlamak İçin Fırsata Çevirmeliyiz”
Metin Kılıç, “Eşimizin, çocuklarımızın ya da ebeveynlerimizin de bizimle beraber aynı şartlar, duygular içerisinde olduklarını düşünerek onlara yaklaşım tarzımızı düzenlemek ve hoşgörü gösterebilmek gerekir. Bu süreçte her daim olduğu gibi aile üyelerinin mutsuzluğunun kendi mutsuzluğumuz olacağını unutmamalıyız. Aksine bu süreci aile üyeleriyle olumlu etkileşim sağlamak için fırsata çevirmeliyiz.” sözleriyle süreci fırsata çevirmenin önemine işaret etti.
Geçen yıllarda yapılan araştırmalarda Türkiye’de babaların çocuklarıyla gün içerisinde ortalama birlikte zaman geçirme süresinin yaklaşık 45-50 dakika olduğunu ifade eden Doç. Dr. Kılıç, birçok batı toplumuna göre bu sürenin yüksek olmasına rağmen yetersiz olduğunu söyledi. Uzun saatlerden ziyade kaliteli zaman geçirmenin önemli olduğunu dillendiren Öğretim Üyemiz, “Kaliteli zaman geçirmek, aynı oda içerisinde ebeveynlerin dizi izlerken, çocukların telefonla ya da tabletle oynaması değildir. İletişim kurmak, karşıdakinin psiko-sosyal ve ruhsal dünyasına nüfuz etmektir. İşte bu yüzden her nasıl ve her ne yapıda aile olursak olalım, bu salgın sürecini aile fertleriyle pozitif etkileşimi artırarak kaliteli zaman geçirmeyle faydaya çevirebiliriz. Bir toplum ancak aileleri ve evleri kadar güçlü olabilir. Bu süreç ev içi etkileşim ve iletişimi kuvvetlendirerek topluma anlamlı bir katkı yapmak için hayatidir.” diyerek önemli tespitlerde bulundu.
Aile İçi Etkileşim Nasıl Artırılır?
Bu süreçte aile içi etkileşimin nasıl artırılması gerektiğiyle ilgili bilgiler aktaran Doç. Dr. Metin Kılıç, ailenin kurum olarak bütün toplumlarda zorlu bir süreçle karşı karşıya olduğunu belirterek “Bu sorunların üstüne aile üyelerinin birbirlerine kızarak, vurarak, tahakküm kurarak, tepki göstererek, kendisini anlamadıklarını düşünüp iletişimi keserek yani fiziksel ve psikolojik şiddet göstererek ailede etkileşim arttırılmaz. Aile etkileşimi, pekiştirilmiş uyum ve hoş aile hatıraları ile çeşitli sorunları aşmanın, istikrar ve güvenlik tesis etmenin bir yoludur. Ev içerisinde aile üyeleriyle birlikte yapılan fiziksel, zihinsel etkinlikler, aile üyelerinin ortak ilgileri paylaşmasını, uyumunu arttırmayı ve eğlenmelerini sağlar. Araştırmalara göre, birlikte bir şeyler yapan ailelerin, örneğin birlikte kitap okuyup kitap hakkında konuşanların, birlikte yemek yapanların, birlikte evi temizleyenlerin, birlikte aile sineması izleyip üzerine konuşanların daha mutlu ve daha güçlü aile olma ihtimalleri yüksektir. İletişim, karar alma, problem çözme ve iş birliği gibi aile değerleri, aile üyelerinin birlikte yaptığı fiziksel, zihinsel ve ruhsal etkinlikler sayesinde zenginleştirebilir. Ev içerisinde sosyal aktiviteler, kültürel aktiviteler, hobiler, paralel ve ortak aktiviteler sayesinde aile içi iş birliğinin kademeli olarak iyileşmesi söz konusudur. Yine bu tür aktivitelerle farkındalığın artması, ebeveynler ve çocuklar arasındaki; olumlu sosyal etkileşimin artması, olumsuz olayların azalması, yakınlık ve gözlem becerilerinde iyileşme ile birlikte yapılan etkinliklerde ortaya çıkmış iyi duyguları, bütün aile hayatına taşımak mümkündür”. diyerek açıklamalarını sonlandırdı.